3 Mayıs 2009 Pazar

Satılık Biyolojik Saat


tertemiz!


artık saatimi kurmuyorum. zaten kursam da benim görev aşkıyla yanıp tutuşan gerizekalı biyolojik saatim beni uyanmam gereken saatten 1 dakika önce uyandırıyor. bir kez bile hatırlamam ki uyanayım da işte keyif için beş dakika daha uyuyayım, efendime söyleyim gerineyim, kaşınayım. böyle bir şey yaşamadım. en zor gecelerde bile (mesela sabah 6da uyumuşumdur) aynı sabah 8:15'te saatim bana "arkadaşım biliyorum dün gece çok geç yattın ama yine de bi uyandırayım, belki bi ihtiyacın vardır" der. ben de istemeye istemeye uyanırım ve güne erken başlamanın o inanılmaz hazzını yaşarım tüm gün. yemek yerken uyuyakalırım, otobüse binerken uyuyakalırım (evet binerken). tuvalette daha fazla zaman geçiririm. sanrılarla dolu sınırsız bir eğlence dünyasına yelken açarım.
çeşitli renk ve desenlerde üretilen bu saat, sadece ama sadece bir saat.

Vasat bir evlat: Anneme yine çiçek aldım

Başta annem olmak üzere bütün annelerden özür diliyorum.

1 Mayıs 2009 Cuma

bir fıkranın anatomisi: bir hinduyla üç gün.

fıkra dinlemekten, dinletmekten, (kendilerine güvenmedikleri için kasetten fıkra dinleten arkadaşlarım oldu) anlatmaktan ve anlattırılmaktan, tek kelimeyle "nefret" ederim.

ancak kaderin cilvesi ki o gün bir fıkranın karakterlerinden biri olmam için bi teklif aldım. evime bir mektup geldi.

"sayın levent obviyıs

karakterinize uygun olarak bir fıkrada rol almanıza karar verildi. cuma günü ajansımızda saat 12:00 ile 12:02 arasında mülakat olacaktır. katılımlarınızı sabırsızlıkla bekliyoruz."

oraya vardığımda benimle birlikte bir alman, bir hindu ve bir japon olduğunu gördüm. içimden bu dörtlüden nası bir fıkra çıkabilir ki diye geçirdim. sonra mülakata sıra geldi. işte bi kaç soru sordular "daha önce başınızdan komik bişi geçti mi" gibilerinden, ben de net bi şekilde "hayır" dedim. mülakat bitti.

iki gün sonra seçildiğimi belirten bir mektup aldım. bir ormanda kalacakmışız. önce uçakla sonra bir otobüsle yolculuk yapacak bir restorantta yemek yiyip bir barda içki içecekmişiz. biz tüm bunları yaparken bizi takip edecek bir ekip bulunacak ve komik olayları not alıp halka sızdıracaklarmış. olay bu.

havaalanına gittiğimde bizi mülakata alan kadın heyecanlı bi şekilde karşıma çıktı. "bir alman ve bir japon gelemeyeceklerini söylediler" dedi. biz de bir hinduyla birbirimize baktık ve sorun yok dercesine kafa salladık 6-7 dakika.

sonraki günlerde bir hinduyla epeyce zaman geçirdik. bizi takip eden ekip uçağı düşürmeye çalıştı. biz yürürken önümüze muz kabuğu bıraktı. karılarımızla ilgili yalanlar atıp tuttular. işte bi fıkrada olabilecek türden, çeşitli alengirli oyunlar yaptılar ancak hiçbirinde tongaya düşmedik. zaten düşemezdik de. çünkü sohbet etme imkanımız yoktu. birbirimizin dilini bile anlayamıyorduk. ayrıca ben bir hindunun yüzüne bakınca bile gülüyordum. dolayısıyla hiç bi olay olmadı. ajans kendi avucunu, benim ayak bileklerimi, bir hindunun ise köprücük kemiğini yaladı.

sonuç itibariyle fıkraları sevmemekte ne kadar haklı olduğumu görünce içime bi depo dolusu bibuçuk litrelik şaşal su serpildi.